Odrisler;
Trakya
sahil şeridinde, yüzeyde yapılan araştırmalara göre yöre ilk tunç çağında (i.ö
3000-2000) yoğun olarak iskân edilmiştir. Trakya'da son tunç çağı ile erken
demir çağında (i.ö.1400-1000) büyük bir göç dalgası olmuştur. İzlerine Ergene
ve Meriç havzasında rastlanan bu göç dalgasından sonra karanlık bir dönem
başlamaktadır.
Enez
yakınlarında m.ö. 5500-5000 yıllarına rastlayan dönemde, Anadolu özellikleri
taşıyan çanak çömleği ve sur duvarlarıyla bir koloni niteliğinde olan ve
Balkanlar'da bilinen en eski neolitik kültürlerden de eski bir yerleşim yeri
vardı.
Bu
çağda Anadolu'da kurumlaşmış devletlerin
(Hitit) varlığına karşılık, Trakya'da Proto-Thrak olarak tanımlanan ve
toplumsal örgütlenme bakımından çok daha geri düzeyde toplulukların var olduğu görülmektedir.
Trakya
sınırları içinde de yaşamış olan Trakya'nın yerlileri Thraklar hakkındaki
bilgiler son derece kısıtlıdır. Homeros (i.ö. 9. Yy.) İlyada adlı destanında at
besleyen Thraklar'dan, onların kralları Rhesos'tan, Thrakyalı kahramanlardan
ve savaşçı kişiliklerden bahsetmektedir.
Tarihçi
Herodotos (490-435) Thrakların yeryüzünde Hintlilerden sonra en kalabalık
kavimler olduğunu ancak hiçbir zaman birlik kuramadıklarını yazmaktadır.
Gerçekten Thraklar birleşik bir toplum oluşturmaktan uzak olup birbirine düşman
birçok kabileye bölünmüşlerdir. İ.ö.5. Yüzyılın ikinci yarısında, Trakya'nın Pers işgalinden
kurtulmasından sonra en kuvvetli kabile olan Odrys hanedanının yönetimi altında
bir Trakya kralığı kurmayı başarabilmişlerdir.
Sonraları
Trakya'ya yerleşen, cesaret ve savaşçılıktaki büyük becerileri pek çok ülkeyi
korkutan Traklar'ı, bu niteliklerinden dolayı Atinalılar da, Romalılar da
ordularında ücretli asker olarak
görevlendirdiler. Traklar'da, mağaradan, güçlü kalelere, çiftliklerden,
kazıklar üzerinde inşa edilmiş balıkçı köylerine ve açık kentlere kadar çok
çeşitli yerleşme biçimlerine rastlanırdı.
Apsintiler;
Enez doğusunda, Drugeriler; orta Meriç bölgesinde, Tynler; Midye bölgesinde, Kalopothaklar;
Enez güneyinden Gelibolu yarımadası'na kadar olan alanda yerleşmiş Trak
kabilelerinden bazılarıydı. Bunların içinde en ünlüsü Tunca vadisinden sahile
uzayan bölgede oturan ve güçlerinin zirvesinde olan Odrysler'di.
Trakya'da
böyle geniş bir alana yayılmış olan Odrys halkının en önemli kasabalarından
biri Odrysai idi. Odrysai, Meriç ile Tunca’nın birleştiği yerde ve bu
nehirlerin oluşturduğu kavisin içinde kurulmuş bir yerleşim ve pazar
bölgesiydi.
Geçiş
yolu bölge, Güneydoğu Avrupa'nın Anadolu'ya zorunlu geçiş yolu üzerinde
bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi konularında etki
altındaydı. Özellikle göçler ve geçişler
nerede ise hiç durmadı.
M.ö.
513'te Pers Kralı Darius İskit seferine, önce İstanbul boğazı Anadolu ve
Rumeli'den geçtikten sonra, Trakya'nın içlerine doğru kıyıdan çok uzak olmayan
bir yerden devam etti. Ordunun ilk durak yeri Odrysler'in memleketi oldu. Artık
Trakya pers egemenliğine giriyordu.
M.ö.
492'de Mardonius'un seferi Persler'in egemenliğini sağlamlaştırdı. Daha sonra
da m.ö. 480'DE Traklar, kral Kserkses'in ordusuna asker vermek zorunda
kaldılar. Kserkses, Saros körfezi
gelibolu yarımadası'ndan hareket etti, Enez şehrinden geçti ve böylece Meriç
nehri'nin bütün ovası persler tarafından
alındı.
Persler'in
ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak kabilelerinin
birleşmesi gerektiğine inanılarak, önderlik kral Teres'in idaresi altındaki Odrysler
kabilesine verildi. Böylece Odrysler, Meriç, İpsala ve Varna'ya kadar olan
toprakların sahibi oldular. Odrysler aristokratik, feodal bir devlet olarak
kurulup, örgütlendiler.
Roma
dönemi m.ö. 342-341'de Makedonya kralı Philip'le yaptıkları savaşı kaybeden Odrysler,
giderek zayıflamaya başladılar. M.ö. 336'DA Philip'in öldürülmesinden sonra,
huzursuzluk çıkacağından korkan büyük İskender, m.ö. 335'DE Trakya içine uzun bir sefere kalktı.
Sahil boyunca devam edip, kralsız kalan Traklar ülkesinden ve Nestos (mesta)
nehri'nden geçerek on gün içinde balkanlar'ın eteğine ulaştı. Doğu Trakya'da
sahile yakın bir yerden ilerleyip, Odrysia ve Meriç sonra Tunca boyunca
ilerleyerek bir dağ geçidinden geçti. İskender'in ölümünden sonra Trakya başlı
başına satraplık oldu.
M.ö.
280-279'DA Trakya, Galatlar'ın istilasına uğradıysa da tekrar güçlenen
Odrysler, Kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını sağlamlaştırdılar.
M.ö.171-68 yıllarında Roma'ya karşı yapılan savaşta Perseus'un tek yandaşı Kotys'di.
Makedonya krallığı'nı ortadan kaldıran Romalılar
Trakya'yı etkileri altına aldılar.
Caligula,
Rhaimetalkes'i Trakya'ya m.s. 37-38'DE kral yaptı. Rhaimetalkes'in
öldürülmesinden sonra İmparator Claudius zamanında 45'te Trakya'nın bağımsızlığına
son verildi. Artık Trakya bir eyalet olarak tam anlamıyla roma imparatorluğu'na
dahil edilmişti.
Hadrianopolis
123-124
yıllarında doğu'ya bir gezi yapan İmparator Hadrianus (117-138), Uscudama veya
Odrysai adıyla çağrılan yerleşim yerinin üzerinde yeni yapılar inşa edilmesini
buyurdu. Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye başlamıştı. Roma İmparatorluğu'nun
en önemli yerleşim yerlerinden biri
haline getirilen Odrysai, onu bu konuma yücelten imparatorun adını yaşatmak
üzere "Hadrianus'un kenti" anlamına gelen Hadrianopolis/Adrianopolis
diye adlandırıldı.
Hadrianus'un
kente kazandırdığı en önemli yapı kaleydi. Tümüyle bir Roma Castrum'u planına
sahip olan kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç vardı. Burçların arasında
dört köşeli on ikişer küçük kule ve dokuz kapı dizilmişti. Surların önüne de bir
hendek inşa edilmişti. Roma İmparatorluğu'nun altın devrini yaşadığı 2. Yy. Ve
3. Yy'ın ilk yarısında Trakya şehirleri çok gelişti. Hadrianopolis de, askeri
alanda, ticaret ve ziraat konularında bu
altın dönemden nasibini aldı ve sürekli olarak gelişme gösterdi.
Önemli
bir Roma kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus'un (284-305) 297'DE
yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden
birini oluşturan Haemimontus'un başkenti oldu. Diocletianus'un çekilmesinden
sonra iç kavgalar başladı. 324'DE Hadrianopolis yakınında yapılan savaştan
Licinius yenilgi alarak çıktı. Savaşın galibi ise, Constantinus oldu.
Constantinus Bizantion'a kadar çekilen Licinus'u önce yenilgiye uğratıp sonra
da katlettikten sonra imparatorluğu egemen oldu. İmparatorluğun başkentini de
Roma'dan Bizantion'a taşıdı. O artık bu
yeni kentteki İmparator ı.Constantinus'du
(324-337). Önceleri nea(yeni) Roma adı ile anılan kent, ı.Constantinus'un adıyla
özdeşleştirilerek, constantinopolis oldu (11 mayıs 330).378'DE İmparator Valens
(364-378) döneminde Hadrianopolis'in kuzeyinde Gotlar ile yapılan savaş Roma
ordusunun yenilgisi ile bitti.
İmparator
ı. Theodosius (379-395) Trakya'daki karışıklıkları önlemek için Gotlar'a karşı
daha ılımlı bir politika izleyerek bir anlamda göç tehlikesini de
uzaklaştırmayı amaçladı. I. Theodosius, 381 yılının eylül ayını Hadrianopolis'te
geçirdi. 441-447 yılları arasında bu defa da Hunlar Trakya'ya akınlar
düzenleyerek bölgeyi kırıp geçirip yağmaladılar.
550'de
Avarlar'la yapılan savaşta Bizans ordusu Hadrianopolis önlerinde ağır bir
bozguna uğradı ve çok sayıda askerini esir verirken, büyük Constantine'in
kutsal sancağı da Avarlar'ın eline geçti. Savaş sonrasında Anastasios suruna
kadar dayanarak etrafı talan eden Avarlar'a bir baskın yapıldı ve kutsal
sancakla birlikte bazı esirler kurtarıldı.
Heraklius
(610-641) sülalesi döneminde Hadrianopolis'in ruhani idaresinde beş
metropolitlik vardı. 807'de İmparator
ı.Nicephorus (802-811), Bulgarlar'a karşı
bir sefer düzenleyip Hadrianopolis'i geri aldı ancak
kendisine karşı bir ayaklanma hazırlandığını anlayarak, Constantinopolis'e
döndü.
1018'den
sonra Bizans için en büyük tehlike Peçenekler'den gelmeye başladı. Constantine ıx. Monomachus
(1042-1055) zamanında birleşip büyük bir güç oluşturan Peçenekler, Hadrianopolis
önüne gelerek burada Ordugâh kurup etrafı yağmalamaya başladılar.
Hadrianopolis, Bizans devleti parçalandığı sırada en büyük toprakları alan Venedik'in hissesine düştü.
Trakya
i.ö. 7. Yüzyılda Grek kolonilerinin kurulmasıyla ticarete açılmıştır. Bu
dönemde Trakya'nın Marmara kıyılarında Megaralı ve Samoslu kolonistler tarafından
kentler kurulmuştur (Selymbria, Bizanthe, Berinthos). Ancak antik kaynaklar (Homeros, Herodotos, Ksenophon) ve
arkeolojik bulgular koloni kentler
kurulmadan önce de burada kentlerin bulunduğunu ve yerli halkın hem
birbirleriyle, hem de yeni gelenlerle sürekli çatışma halinde olduğunu
göstermektedir. M.ö. 514-513 yıllarında
Pers kralı Dareus'un İskit seferinden sonra Trakya Pers egemenliğine girmiştir.
Bu egemenlik m.ö. 478-477'de Atina'nın
Pers tehlikesine karşı kurduğu Attika-Delos deniz birliğinin Persler'i Trakya'dan
temizlemesine kadar devam etmiştir. M.ö. 342 yılında Makedonya kralı ıı. Philip
Trakya'yı topraklarına katarak Odryus Krallığını kendisine bağlamış,
İskender'in ölümünden sonra Trakya Iysimakhos'un egemenliğine girmiştir.
M.s.19.’da Roma İmparatoru Tiberius'un Trakya'ya bir vali göndermesiyle başlayan
gelişmeler m.s. 46 yılında İmparator Claudius'un Trakya'da Roma Eyaletini
kurmasıyla sonuçlanmış ve Trakya uzun yıllar Roma hakimiyetinde kalmıştır. M.s.
395 yılında İmparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu (bizans)
içinde kalan Trakya 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı
hakimiyetine girmiştir.
İpsala
m.ö. V. Yy.Da Odrys Devleti bugünkü Edirne'nin bulunduğu yörede kurulmuştur.
Daha sonra Odrys devleti parçalandığında Makedonya kralı Philippos tarafından Edirne
ve civarı istila edildi. M.ö 168 yıllarında Romalılar makedonya kralı philippos’un
kurduğu bu krallığa son verip, yöreyi Roma hakimiyeti altına aldılar. ıı. Ve
ııı. Yy.larda Edirne'de o zaman ki adıyla Hadrianapolis'de uzun yıllar süren bir
barış dönemi yaşandı. Bu nedenle Edirne civarındaki kentler tarım, ticaret,
askerlik, eğitim ve yaşam standartlarında önemli aşamalar kaydettiler. Trakya
ve yöresinde ıv.yy'ın ortalarından itibaren gotlar ve hunlar hakimiyetleri ve
buralarda yerleştikleri görülmüştür. Gotlar o dönemlerde bu bölgede büyük bir
güç haline gelerek girdikleri bir çok savaşı kazandılar ve İstanbul yakınlarına
kadar hakimiyet sahalarını genişlettiler.
Trakya
yöresi ve Edirne v.yy boyunca Bulgar, Slav ve Hun kavimlerinden gelen
saldırıların olumsuz etkileri altında kaldı. vı.yy.'ın sonlarına doğru şehir
Bizanslılarla Bulgarlar arasında el değiştirdi. Bulgarlar ve Bizanslılar
arasında ıx.yy'ın başında bir barış antlaşması yapıldı. Bu antlaşma ile
Edirne Bizansa bırakıldı ama bu antlaşma
pek uzun sürmedi. Bulgar çarı Sinson 914'te antlaşmayı tek taraflı bozarak
şehri ele geçirdi. İşgal kısa sürdü. Edirne 923 yılında yeniden Bizanslıların
eline geçti.
Edirne
1018 de Peçenekler tarafından yağmalanarak istila edildi. 1047'de Leon
Tornikios kendisini İmparator ilan ederek Edirne'den topladığı kuvvetlerle İstanbul'u
ele geçirmek için yürüdü.
Pavla Brunos
Bulgaristan Kralı olup, 1.yy da Bulgaristan, Yunanistan ve Trakya’yı içine
kapsayan bir coğrafyayı idare etmektedir. Bazı yayınlara göre Bulgar yönetimi
m.s. 800 yılından, 4 y.y’la kadar değişerek geliyor. Pavla’nın özelliği o zaman
Bulgaristan, Yunanistan, Trakya’yı içine alan bu İmparatorluğun baş şehrinin, Pehlivanköy’ün
eski adı olan pavli’nin (pavla, pavli, pavlu olarak da anılır. Aslında bunlar
ismin çekim hallerinden dolayı son harfler değişiklik arz etmiştir.) Pavla
brunos ile aynı olmasından kaynaklanmakta- dır. Belki de burası Bulgaristan
imparatorluğunun başkentiydi. Bulgarların kendi devlet başkanlarının isimlerini
şehirlerine verdiklerini bilmemekle birlikte, konstantine+polis, adriana+polis
gibi yunan krallarının böyle bir gelenekleri olduğu bilinmektedir. Yani siyasi
bir içeriği olan ve stratejik açıdan pavla’nın (pehlivanköy’ün) gerçektende Bulgaristan,
Yunanistan ve Marmara’nın tam ortasında olması bağlamıyla bu iddiaya olumlu
bakılabilir. Ayrıca başka bir araştırmaya göre Dimetoka, Pavla ve Yeniköy
arasında da bağlantılar vardır. Pavla yine merkez (şehir) olmak üzere Dimetoka
ve Yeniköy ise kasabadır ve buralar pavla’dan yönetilmektedir. Ayrıca 18.yy’la
dek Bulgaristan ve Türkiye’den göçler yaşanmıştır. Bu da halkların iletişimin
çok iyi olduğunu gösteren bir başka olgudur. “geri kalan Türkler ise 18.yy.
Başlarında tamamı Dimetoka ve Sofulu’ya göç ederler. Böylece tam anlamıyla Türk
yerleşmesi olan köy Bulgar köyü olur.” Uzun süre Bulgar Yeniköy olarak anılır.
Yeniköy, Dimetoka kazası’nın (Baflı:Pavli, Pehlivanköy) nahiyesine bağlı bir
köy olarak görülmektedir.
Bu
bağlamda Bulgaristan’da ise Pavliskaya, yani Pavli’den gelenler adı altında bir
yerleşim biriminin olduğu ve bu yerleşim biriminin başka anlamı da (Tanrının
sevgili kulları) olduğu da bilinmektedir.
Bu
süreçte bilinenler bu kadar olmakla birlikte, yakın tarihimize bir bakarsak Türklerin -Hunlar haricinde- ilk olarak Avrupa’ya
gidişleri şöyle olmuştur.
Ancak İstanbul'u
ele geçiremedi.1077 de aslen Edirneli olan Nicolay Byranios kendisini imparator
ilan ederek İstanbul'a yürüdü ise de girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Edirne
bundan sonra haçlı seferlerinin saldırılarına uğradı, yağmalandı çok zarar
gördü. 1096 yılında ı. Haçlı, 1145- 1149 tarihlerinde ıı.haçlı seferleri Edirne'den
geçtiler. 1222-1223 tarihlerinde İznik Prensi İonnesse ııı eski Bizans
topraklarını latinlerden geri alarak Edirne'ye girdi. Ancak uzun süre ellerinde
tutamadılar. 1224 de Epiros despotu Teodores Angelos İzniklilerden geri
aldı.1230 da Bulgar çarı bu kez ele
geçirdi. Edirne ve Trakya xııı. Yy da merkezi Bizans olan büyük isyanlar,
karışıklıklar ve kargaşalıklar etkisinde huzursuz bir dönem geçirdi.
1336'da
Hadrianopolis'te ııı. Andronicus'un (1328-1341) kızlarından biri bulgar prensi
Mikhael ile evlendi. ııı. Andronicus, 1341'de öldüğünde devleti, dokuz
yaşındaki oğlu Ioannes'e (1341-1391) bıraktı. Naib olarak da güvenilir bir
yönetici olan Cantacuzenos'u gösterdi. Cantacuzenos 26 ekim 1341'de kendini Dimetoka’da
imparator ilan ediverdi (1341-1354).
“Organize
olan Türkler daha Orhan Gazi zamanında Avrupa’ya gitmeyi kararlaştırmışlar
fakat bir türlü başarılı olamamışlardı. Önceleri Kantakuzin onlara söz
vermişti, (1346) fakat olmadı. Bu arada Hadrianopolis'i Cantacuzenos aldı ve
1347'de Constantinopolis'e girerek bu kentte hüküm sürmekte olan v. Ioannes Palaiologos'a
(1341-1391) karşın kendini vı. Ioannes olarak bir defa daha imparator ilan
etti. Türklerin ve Sırpların da yardımıyla Kantakuzenos bu isyan ve
kargaşalıkları bastırdı.
Cantacuzenos'un
Hadrianopolis kenti için 1352'DE yeniden ve bu defa v. Ioannes Palaiologos'la
savaşması gerekiyordu. Palaiologos Sırp
ve Bulgarlar 'dan büyük yardımlarla birlikte 4000 süvari de almıştı.
Cantacuzenos ve Stefan Duşan (1348) Bursa’ya elçiler gönderdi ve Cantacuzenos
ise bu büyük güç karşısında galip gelebilmek için, dostu ve damadı Orhan Gazi’den yardım istedi.
Orhan elçileri memnuniyetle kabul etti ve onlara yardıma geleceklerini ve
devamlı yardımlarını esirgemeyeceğini ifade ederek elçileri geri yolladı. Fakat
gönderdiği insanlar zayıf, cılız ve yaralı idiler. Bu olay Orhan ile
Kantakuzin’in arasını açmıştı. Ceneviz gemileri bu defa devamlı ikamet etmek
üzere seçkin kişilerden oluşmuş Türkleri Bulgaristan’a gönderdi. (bu Türkler
Pomaklardan ve Trak’lardan başkası değildi. Bilindiği gibi Pomak, Bulgarca
Pomaja/ Pomagia yardımcı anlamını taşır.
Bu olay Bulgaristan’da ve Trakya’da büyük yankı uyandırdı. Hatta İskender
Bulgaristan’a (nota verdi) Türkleri kendi topraklarından geçirdikleri için nota
verdi. Kantakuzin, Sırpların kendilerini kandırdıklarını ve bundan dolayı böyle
bir yardım isteğinde bulunduklarını söyledi ve İskender’den özür diledi. Duşan,
Kantakuzin ve İvan Paleolog arasındaki anlaşmayı bozdu. (1312) Orhan’ın Oğlu Süleyman
Helespuntaki simpeyi aldı ve Avrupa’da önemli güçlerden birini kazanmış oldu.
Bundan sonra Türkler artık Avrupa’ya rahatça geçebiliyor ve nüfuslarını
genişletiyorlardı. Durumu fark eden Poleslop, İskender ve Duşan’dan yardım istedi.
Bu defa’da Kantakuzin, Süleyman’dan yardım istedi. Süleyman hemen atlı
askerlerden oluşan ordusunu gönderdi. Bulgarlarda Sırp’ları vurdu. Bundan sonra
Kantakuzin, Süleyman’dan simpeyi bırakmalarını buna karşılık Gelibolu’yu onlara
vermeyi önerdi. Zaten kendi halkı burasını çoktan boşaltmıştı. (2 mart 1354)
bundan sonra halkın arasında “Sokollomun” artık Türklerin elinde olduğu konuşulmaya
başlandı. Artık küçük Asya’dan gelen Türkler aileleri ile birlikte Bulgaristan’a
yerleşmiş oldular. (1355) Duşan bu duruma çok üzüldü. Ve Papa’dan yardım istedi
ve haçlı ordusunun Türklere karşı koymasını istedi. Gelibolu’dan artık Türkler
akın akın Balkan yarımadasına yerleşiyorlardı. Bu arada Orhan öldü. Ve hemen
arkasından Halil ve Süleyman öldü ve yerlerine Murat-ı geçti.(1362-1389) Murat
İstanbul ve Edirne arasındaki önemli ticaret yollarını eline geçirdi.
Lüleburgaz, Çorlu, Dimetoka, Erkene ( Erg(k)ene) nehri civarını ve en son Babaeski’yi
ele geçirdi. 1363 senesinde Edirne’yi ele geçirdi. Edirne’de o zaman 15000 ev
vardı ve Murat burasını Bizans kapısı olarak tespit etti. 1366 senesine kadar
Türkler Storagazar, Plovdiv, Sofya’ya kadar bütün Bulgaristan’ı ve ticaret
yollarını ele geçirdiler. S. Polpoloj ve Kantakuzin, kuzeyde Vidin ve tuna
kıyısındaki Şişman İvan’dan yardım istedi. Sişman İvan, ı. Murat’la temasa
geçti. ...................ona kız kardeşi Mara’yı verdi. Buna karşılık ı. Murat
Şişman İvan’a Vidin’in sorumluluğu’nu verdi.
Dinsel içerik
Pehlivanköy’ün
yani (pavlu, pavla, pavli) nin aynı zamanda dinsel bir merkez olduğu da
söylenmektedir. Bilindiği gibi pavlus hiristiyanlığı yayan ve özgün bir içerik
kazandıran biridir. (yuhanna, matta, luka ve markos) bu bağlamda dinsel içeriği
olduğu söylenen bu şehrin eski adının pavlu oluşu da pek rastlantı olmasa
gerek. “bu mesih’in nerede, ne zaman gezdiğini tam olarak bilinmemekle birlikte
...bildiğimiz ilk havarilerden olduğu ve o zamanın misyonerlerinin en
önemlilerinden oluşudur. İlk adıyla
tarsuslu saul yunanca konuşan bir yahudi’dir. Pavlus daha sonra ki aşama da
şam’da üç yıl misyonerlik yapmış bir süre sonra
kudüs’e geçmiş ve orada da suçlu bulunmuştur. Bir süre sonra da kendisi
roma’ya geçmek zorunda kalmıştır...[1] İşte
bildiğimiz de budur. Romadan da bir süre
sonra makedonya’ya geçtiği, oradan da
yunanistan’da bulunduğu bilinmektedir” [2] ama
hristiyanlığın başlangıcının isa’nın doğumunu “0” olarak kabul edildiğine göre
pavlus’un da ondan sonra ortada olduğu söylenebilir. “...i.s 57 yılında
pavlusun 3 yıldan beri misyonerlilk yaptığını kitaplardan bilmekteyiz...[3] Ama
şu bilinmektedir ki pavlu olarak isimlendirilen pehlivanköy’ün içinde ve
çevresinde yaşayan insanlara pomak denmektedir ve pomaklarında özellikle
bazılarının osmanlı zamanında bulgaristan’a sürüldüğü ve orada uzun süreçler
sonucunda hıristiyanlaştırıldıkları da bilinmektedir.
Trakyalılar
daha ziyade somurtkan-düşünceli, çok iri yapılı adamlardı. Alınlarında,
omuzlarında mavi noktalar halinde dövmeler vardı. Garip insanlardı.
Trakyalılar; durmadan düşünürler, içmeyi, hem de çok içmeyi severlerdi, ama hiç
patırtı etmezlerdi. . [4]
Genel adıyla
traklar(pomak, arnavut, gacal, dağlı vb.) Roma, yunan, osmanlı,
imparatorluklarına yüzyıllarca köle, gladyatör, savaşçı, olarak hizmet
etmiştir.
Pavli'nin söylencesi
Pavli hakkında bir çok söylence olmakla birlikte, öykü
pavli (pehlivanköy) ilçesi ile akarca köyünü birbirine bağlayan ergene nehrinde
yapılan köprüyle başlar.
"köprü yapımı başlar. İlk ayaktaki temel atılır,
son ayaktaki temel atılır fakat bir türlü orta ayaktaki temel atılamaz. Ustalar
temeli bir türlü tutturamamaktadırlar. Ustalar ustası ve pavli’nin kocası olan
usta bu temelin kan istediğini, onun için bir insanın kurban edilmesi
gerektiğini söyler. Oradaki herkes bir kurban kesilmesine karar verir. Sabah
ilk gelen kurban edilecektir (veya kura çekilecektir).
Söylenceye göre akşam tüm ustalar evlerine giderler ve
bu olayı eşlerine anlatarak, sabah köprüye gelmemelerini söylerler. Bir
tek usta’ ların ustası eşine yani
pavli’ye söylemez, gün lerden cumadır.
Sabahleyin ilk gelen doğal olarak ustanın eşi’dir.
Yani pavli’dir. Pavli gebedir ve bir çocuğu vardır (söylenceye göre çocuğunun
ismide pavli'dir). Ama söz verilmiştir, bu söz üzerine usta’nın eşi olan pavli
orta direkteki temele atılır ve temel tutar.
Pavli gebe olduğundan köprünün orta direk teki temel
kısmından süt geldiğide söylenceye göre söylenmektedir. Ve her cuma gecesi
köprü altında ağlayan ve annesiz kalan çocuğuna, pavli pavli.....diye seslenen
bir kadın sesi duyulduğu ve ilçenin adınında bu söylenceden geldiği
söylenmektedir.
Bu olayında, i.s
başladığı ve ……….. sene
öncesinde de bu söylencenin söylenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder