9 Nisan 2016 Cumartesi

Odrisler;

Trakya sahil şeridinde, yüzeyde yapılan araştırmalara göre yöre ilk tunç çağında (i.ö 3000-2000) yoğun olarak iskân edilmiştir. Trakya'da son tunç çağı ile erken demir çağında (i.ö.1400-1000) büyük bir göç dalgası olmuştur. İzlerine Ergene ve Meriç havzasında rastlanan bu göç dalgasından sonra karanlık bir dönem başlamaktadır.

Enez yakınlarında m.ö. 5500-5000 yıllarına rastlayan dönemde, Anadolu özellikleri taşıyan çanak çömleği ve sur duvarlarıyla bir koloni niteliğinde olan ve Balkanlar'da bilinen en eski neolitik kültürlerden de eski bir yerleşim yeri vardı.

Bu çağda Anadolu'da kurumlaşmış  devletlerin (Hitit) varlığına karşılık, Trakya'da Proto-Thrak olarak tanımlanan ve toplumsal örgütlenme bakımından çok daha geri düzeyde  toplulukların var olduğu görülmektedir.

Trakya sınırları içinde de yaşamış olan Trakya'nın yerlileri Thraklar hakkındaki bilgiler son derece kısıtlıdır. Homeros (i.ö. 9. Yy.) İlyada adlı destanında at besleyen Thraklar'dan, onların kralları Rhesos'tan, Thrakyalı kahramanlardan ve  savaşçı kişiliklerden bahsetmektedir.

Tarihçi Herodotos (490-435) Thrakların yeryüzünde Hintlilerden sonra en kalabalık kavimler olduğunu ancak hiçbir zaman birlik kuramadıklarını yazmaktadır. Gerçekten Thraklar birleşik bir toplum oluşturmaktan uzak olup birbirine düşman birçok kabileye bölünmüşlerdir. İ.ö.5. Yüzyılın ikinci  yarısında, Trakya'nın Pers işgalinden kurtulmasından sonra en kuvvetli kabile olan Odrys hanedanının yönetimi altında bir Trakya kralığı kurmayı başarabilmişlerdir.

Sonraları Trakya'ya yerleşen, cesaret ve savaşçılıktaki büyük becerileri pek çok ülkeyi korkutan Traklar'ı, bu niteliklerinden dolayı Atinalılar da, Romalılar da ordularında ücretli asker olarak  görevlendirdiler. Traklar'da, mağaradan, güçlü kalelere, çiftliklerden, kazıklar üzerinde inşa edilmiş balıkçı köylerine ve açık kentlere kadar çok çeşitli yerleşme biçimlerine rastlanırdı.

Apsintiler; Enez doğusunda, Drugeriler; orta Meriç bölgesinde, Tynler; Midye bölgesinde, Kalopothaklar; Enez güneyinden Gelibolu yarımadası'na kadar olan alanda yerleşmiş Trak kabilelerinden bazılarıydı. Bunların içinde en ünlüsü Tunca vadisinden sahile uzayan bölgede oturan ve güçlerinin zirvesinde olan Odrysler'di.

Trakya'da böyle geniş bir alana yayılmış olan Odrys halkının en önemli kasabalarından biri Odrysai idi. Odrysai, Meriç ile Tunca’nın birleştiği yerde ve bu nehirlerin oluşturduğu kavisin içinde kurulmuş bir yerleşim ve pazar bölgesiydi.

Geçiş yolu bölge, Güneydoğu Avrupa'nın Anadolu'ya zorunlu geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi konularında etki altındaydı. Özellikle göçler  ve geçişler nerede ise hiç durmadı.

M.ö. 513'te Pers Kralı Darius İskit seferine, önce İstanbul boğazı Anadolu ve Rumeli'den geçtikten sonra, Trakya'nın içlerine doğru kıyıdan çok uzak olmayan bir yerden devam etti. Ordunun ilk durak yeri Odrysler'in memleketi oldu. Artık Trakya pers egemenliğine giriyordu.

M.ö. 492'de Mardonius'un seferi Persler'in egemenliğini sağlamlaştırdı. Daha sonra da m.ö. 480'DE Traklar, kral Kserkses'in ordusuna asker vermek zorunda kaldılar.  Kserkses, Saros körfezi gelibolu yarımadası'ndan hareket etti, Enez şehrinden geçti ve böylece Meriç nehri'nin bütün  ovası persler tarafından alındı.

Persler'in ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak kabilelerinin birleşmesi gerektiğine inanılarak, önderlik kral Teres'in idaresi altındaki Odrysler kabilesine verildi. Böylece Odrysler, Meriç, İpsala ve Varna'ya kadar olan toprakların sahibi oldular. Odrysler aristokratik, feodal bir devlet olarak kurulup, örgütlendiler.

Roma dönemi m.ö. 342-341'de Makedonya kralı Philip'le yaptıkları savaşı kaybeden Odrysler, giderek zayıflamaya başladılar. M.ö. 336'DA Philip'in öldürülmesinden sonra, huzursuzluk çıkacağından korkan büyük İskender, m.ö.  335'DE Trakya içine uzun bir sefere kalktı. Sahil boyunca devam edip, kralsız kalan Traklar ülkesinden ve Nestos (mesta) nehri'nden geçerek on gün içinde balkanlar'ın eteğine ulaştı. Doğu Trakya'da sahile yakın bir yerden ilerleyip, Odrysia ve Meriç sonra Tunca boyunca ilerleyerek bir dağ geçidinden geçti. İskender'in ölümünden sonra Trakya başlı başına satraplık oldu.

M.ö. 280-279'DA Trakya, Galatlar'ın istilasına uğradıysa da tekrar güçlenen Odrysler, Kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını sağlamlaştırdılar. M.ö.171-68 yıllarında Roma'ya karşı yapılan savaşta Perseus'un tek yandaşı Kotys'di. Makedonya krallığı'nı ortadan kaldıran  Romalılar Trakya'yı etkileri altına aldılar.

Caligula, Rhaimetalkes'i Trakya'ya m.s. 37-38'DE kral yaptı. Rhaimetalkes'in öldürülmesinden sonra İmparator Claudius zamanında 45'te Trakya'nın bağımsızlığına son verildi. Artık Trakya bir eyalet olarak tam anlamıyla roma imparatorluğu'na dahil edilmişti.

                                                Hadrianopolis

123-124 yıllarında doğu'ya bir gezi yapan İmparator Hadrianus (117-138), Uscudama veya Odrysai adıyla çağrılan yerleşim yerinin üzerinde yeni yapılar inşa edilmesini buyurdu. Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye başlamıştı. Roma İmparatorluğu'nun en önemli yerleşim  yerlerinden biri haline getirilen Odrysai, onu bu konuma yücelten imparatorun adını yaşatmak üzere "Hadrianus'un kenti" anlamına gelen Hadrianopolis/Adrianopolis diye adlandırıldı.

Hadrianus'un kente kazandırdığı en önemli yapı kaleydi. Tümüyle bir Roma Castrum'u planına sahip olan kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç vardı. Burçların arasında dört köşeli on ikişer küçük kule ve dokuz kapı dizilmişti. Surların önüne de bir hendek inşa edilmişti. Roma İmparatorluğu'nun altın devrini yaşadığı 2. Yy. Ve 3. Yy'ın ilk yarısında Trakya şehirleri çok gelişti. Hadrianopolis de, askeri alanda, ticaret  ve ziraat konularında bu altın dönemden nasibini aldı ve sürekli olarak gelişme gösterdi.

Önemli bir Roma kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus'un (284-305) 297'DE yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus'un başkenti oldu. Diocletianus'un çekilmesinden sonra iç kavgalar başladı. 324'DE Hadrianopolis yakınında yapılan savaştan Licinius yenilgi alarak çıktı. Savaşın galibi ise, Constantinus oldu. Constantinus Bizantion'a kadar çekilen Licinus'u önce yenilgiye uğratıp sonra da katlettikten sonra imparatorluğu egemen oldu. İmparatorluğun başkentini de Roma'dan  Bizantion'a taşıdı. O artık bu yeni kentteki İmparator  ı.Constantinus'du (324-337). Önceleri nea(yeni) Roma adı ile anılan  kent, ı.Constantinus'un adıyla özdeşleştirilerek, constantinopolis oldu (11 mayıs 330).378'DE İmparator Valens (364-378) döneminde Hadrianopolis'in kuzeyinde Gotlar ile yapılan savaş Roma ordusunun yenilgisi ile bitti.

İmparator ı. Theodosius (379-395) Trakya'daki karışıklıkları önlemek için Gotlar'a karşı daha ılımlı bir politika izleyerek bir anlamda göç tehlikesini de uzaklaştırmayı amaçladı. I. Theodosius, 381 yılının eylül ayını Hadrianopolis'te geçirdi. 441-447 yılları arasında bu defa da Hunlar Trakya'ya akınlar düzenleyerek bölgeyi kırıp geçirip yağmaladılar.

550'de Avarlar'la yapılan savaşta Bizans ordusu Hadrianopolis önlerinde ağır bir bozguna uğradı ve çok sayıda askerini esir verirken, büyük Constantine'in kutsal sancağı da Avarlar'ın eline geçti. Savaş sonrasında Anastasios suruna kadar dayanarak etrafı talan eden Avarlar'a bir baskın yapıldı ve kutsal sancakla birlikte bazı esirler kurtarıldı.
Heraklius (610-641) sülalesi döneminde Hadrianopolis'in ruhani idaresinde beş metropolitlik vardı.  807'de  İmparator  ı.Nicephorus  (802-811),  Bulgarlar'a  karşı  bir  sefer  düzenleyip Hadrianopolis'i geri aldı ancak kendisine karşı bir ayaklanma hazırlandığını anlayarak, Constantinopolis'e döndü.

1018'den sonra Bizans için en büyük tehlike Peçenekler'den  gelmeye başladı. Constantine ıx. Monomachus (1042-1055) zamanında birleşip büyük bir güç oluşturan Peçenekler, Hadrianopolis önüne gelerek burada Ordugâh kurup etrafı yağmalamaya başladılar. Hadrianopolis, Bizans devleti parçalandığı sırada en büyük toprakları alan Venedik'in  hissesine düştü.

Trakya i.ö. 7. Yüzyılda Grek kolonilerinin kurulmasıyla ticarete açılmıştır. Bu dönemde Trakya'nın Marmara kıyılarında Megaralı ve Samoslu kolonistler tarafından kentler kurulmuştur (Selymbria, Bizanthe, Berinthos). Ancak antik  kaynaklar (Homeros, Herodotos, Ksenophon) ve arkeolojik  bulgular koloni kentler kurulmadan önce de burada kentlerin bulunduğunu ve yerli halkın hem birbirleriyle, hem de yeni gelenlerle sürekli çatışma halinde olduğunu göstermektedir.  M.ö. 514-513 yıllarında Pers kralı Dareus'un İskit seferinden sonra Trakya Pers egemenliğine girmiştir. Bu egemenlik m.ö. 478-477'de  Atina'nın Pers tehlikesine karşı kurduğu Attika-Delos deniz birliğinin Persler'i Trakya'dan temizlemesine kadar devam etmiştir. M.ö. 342 yılında Makedonya kralı ıı. Philip Trakya'yı topraklarına katarak Odryus Krallığını kendisine bağlamış, İskender'in ölümünden sonra Trakya Iysimakhos'un egemenliğine girmiştir. M.s.19.’da Roma İmparatoru Tiberius'un Trakya'ya bir vali göndermesiyle başlayan gelişmeler m.s. 46 yılında İmparator Claudius'un Trakya'da Roma Eyaletini kurmasıyla sonuçlanmış ve Trakya uzun yıllar Roma hakimiyetinde kalmıştır. M.s. 395 yılında İmparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu (bizans) içinde kalan Trakya 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra Osmanlı hakimiyetine girmiştir.

İpsala m.ö. V. Yy.Da Odrys Devleti bugünkü Edirne'nin bulunduğu yörede kurulmuştur. Daha sonra Odrys devleti parçalandığında Makedonya kralı Philippos tarafından Edirne ve civarı istila edildi. M.ö 168 yıllarında Romalılar makedonya kralı philippos’un kurduğu bu krallığa son verip, yöreyi Roma hakimiyeti altına aldılar. ıı. Ve ııı. Yy.larda Edirne'de o zaman ki adıyla Hadrianapolis'de uzun yıllar süren bir barış dönemi yaşandı. Bu nedenle Edirne civarındaki kentler tarım, ticaret, askerlik, eğitim ve yaşam standartlarında önemli aşamalar kaydettiler. Trakya ve yöresinde ıv.yy'ın ortalarından itibaren gotlar ve hunlar hakimiyetleri ve buralarda yerleştikleri görülmüştür. Gotlar o dönemlerde bu bölgede büyük bir güç haline gelerek girdikleri bir çok savaşı kazandılar ve İstanbul yakınlarına kadar hakimiyet sahalarını genişlettiler.

Trakya yöresi ve Edirne v.yy boyunca Bulgar, Slav ve Hun kavimlerinden gelen saldırıların olumsuz etkileri altında kaldı. vı.yy.'ın sonlarına doğru şehir Bizanslılarla Bulgarlar arasında el değiştirdi. Bulgarlar ve Bizanslılar arasında ıx.yy'ın başında bir barış antlaşması yapıldı. Bu antlaşma ile Edirne  Bizansa bırakıldı ama bu antlaşma pek uzun sürmedi. Bulgar çarı Sinson 914'te antlaşmayı tek taraflı bozarak şehri ele geçirdi. İşgal kısa sürdü. Edirne 923 yılında yeniden Bizanslıların eline geçti.

Edirne 1018 de Peçenekler tarafından yağmalanarak istila edildi. 1047'de Leon Tornikios kendisini İmparator ilan ederek Edirne'den topladığı kuvvetlerle İstanbul'u ele geçirmek için yürüdü.

Pavla Brunos Bulgaristan Kralı olup, 1.yy da Bulgaristan, Yunanistan ve Trakya’yı içine kapsayan bir coğrafyayı idare etmektedir. Bazı yayınlara göre Bulgar yönetimi m.s. 800 yılından, 4 y.y’la kadar değişerek geliyor. Pavla’nın özelliği o zaman Bulgaristan, Yunanistan, Trakya’yı içine alan bu İmparatorluğun baş şehrinin, Pehlivanköy’ün eski adı olan pavli’nin (pavla, pavli, pavlu olarak da anılır. Aslında bunlar ismin çekim hallerinden dolayı son harfler değişiklik arz etmiştir.) Pavla brunos ile aynı olmasından kaynaklanmakta- dır. Belki de burası Bulgaristan imparatorluğunun başkentiydi. Bulgarların kendi devlet başkanlarının isimlerini şehirlerine verdiklerini bilmemekle birlikte, konstantine+polis, adriana+polis gibi yunan krallarının böyle bir gelenekleri olduğu bilinmektedir. Yani siyasi bir içeriği olan ve stratejik açıdan pavla’nın (pehlivanköy’ün) gerçektende Bulgaristan, Yunanistan ve Marmara’nın tam ortasında olması bağlamıyla bu iddiaya olumlu bakılabilir. Ayrıca başka bir araştırmaya göre Dimetoka, Pavla ve Yeniköy arasında da bağlantılar vardır. Pavla yine merkez (şehir) olmak üzere Dimetoka ve Yeniköy ise kasabadır ve buralar pavla’dan yönetilmektedir. Ayrıca 18.yy’la dek Bulgaristan ve Türkiye’den göçler yaşanmıştır. Bu da halkların iletişimin çok iyi olduğunu gösteren bir başka olgudur. “geri kalan Türkler ise 18.yy. Başlarında tamamı Dimetoka ve Sofulu’ya göç ederler. Böylece tam anlamıyla Türk yerleşmesi olan köy Bulgar köyü olur.” Uzun süre Bulgar Yeniköy olarak anılır. Yeniköy, Dimetoka kazası’nın (Baflı:Pavli, Pehlivanköy) nahiyesine bağlı bir köy olarak görülmektedir.

Bu bağlamda Bulgaristan’da ise Pavliskaya, yani Pavli’den gelenler adı altında bir yerleşim biriminin olduğu ve bu yerleşim biriminin başka anlamı da (Tanrının sevgili kulları) olduğu da bilinmektedir.

Bu süreçte bilinenler bu kadar olmakla birlikte, yakın tarihimize bir bakarsak Türklerin  -Hunlar haricinde- ilk olarak Avrupa’ya gidişleri şöyle olmuştur.

Ancak İstanbul'u ele geçiremedi.1077 de aslen Edirneli olan Nicolay Byranios kendisini imparator ilan ederek İstanbul'a yürüdü ise de girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Edirne bundan sonra haçlı seferlerinin saldırılarına uğradı, yağmalandı çok zarar gördü. 1096 yılında ı. Haçlı, 1145- 1149 tarihlerinde ıı.haçlı seferleri Edirne'den geçtiler. 1222-1223 tarihlerinde İznik Prensi İonnesse ııı eski Bizans topraklarını latinlerden geri alarak Edirne'ye girdi. Ancak uzun süre ellerinde tutamadılar. 1224 de Epiros despotu Teodores Angelos İzniklilerden geri aldı.1230 da Bulgar çarı  bu kez ele geçirdi. Edirne ve Trakya xııı. Yy da merkezi Bizans olan büyük isyanlar, karışıklıklar ve kargaşalıklar etkisinde huzursuz bir dönem geçirdi.

1336'da Hadrianopolis'te ııı. Andronicus'un (1328-1341) kızlarından biri bulgar prensi Mikhael ile evlendi. ııı. Andronicus, 1341'de öldüğünde devleti, dokuz yaşındaki oğlu Ioannes'e (1341-1391) bıraktı. Naib olarak da güvenilir bir yönetici olan Cantacuzenos'u gösterdi. Cantacuzenos 26 ekim 1341'de kendini Dimetoka’da imparator ilan ediverdi (1341-1354).

“Organize olan Türkler daha Orhan Gazi zamanında Avrupa’ya gitmeyi kararlaştırmışlar fakat bir türlü başarılı olamamışlardı. Önceleri Kantakuzin onlara söz vermişti, (1346) fakat olmadı. Bu arada Hadrianopolis'i Cantacuzenos aldı ve 1347'de Constantinopolis'e girerek bu kentte hüküm sürmekte olan v. Ioannes Palaiologos'a (1341-1391) karşın kendini vı. Ioannes olarak bir defa daha imparator ilan etti. Türklerin ve Sırpların da yardımıyla Kantakuzenos bu isyan ve kargaşalıkları bastırdı.

Cantacuzenos'un Hadrianopolis kenti için 1352'DE yeniden ve bu defa v. Ioannes Palaiologos'la savaşması  gerekiyordu. Palaiologos Sırp ve Bulgarlar 'dan büyük yardımlarla birlikte 4000 süvari de almıştı. Cantacuzenos ve Stefan Duşan (1348) Bursa’ya elçiler gönderdi ve Cantacuzenos ise bu büyük güç karşısında galip gelebilmek için,  dostu ve damadı Orhan Gazi’den yardım istedi. Orhan elçileri memnuniyetle kabul etti ve onlara yardıma geleceklerini ve devamlı yardımlarını esirgemeyeceğini ifade ederek elçileri geri yolladı. Fakat gönderdiği insanlar zayıf, cılız ve yaralı idiler. Bu olay Orhan ile Kantakuzin’in arasını açmıştı. Ceneviz gemileri bu defa devamlı ikamet etmek üzere seçkin kişilerden oluşmuş Türkleri Bulgaristan’a gönderdi. (bu Türkler Pomaklardan ve Trak’lardan başkası değildi. Bilindiği gibi Pomak, Bulgarca Pomaja/ Pomagia  yardımcı anlamını taşır. Bu olay Bulgaristan’da ve Trakya’da büyük yankı uyandırdı. Hatta İskender Bulgaristan’a (nota verdi) Türkleri kendi topraklarından geçirdikleri için nota verdi. Kantakuzin, Sırpların kendilerini kandırdıklarını ve bundan dolayı böyle bir yardım isteğinde bulunduklarını söyledi ve İskender’den özür diledi. Duşan, Kantakuzin ve İvan Paleolog arasındaki anlaşmayı bozdu. (1312) Orhan’ın Oğlu Süleyman Helespuntaki simpeyi aldı ve Avrupa’da önemli güçlerden birini kazanmış oldu. Bundan sonra Türkler artık Avrupa’ya rahatça geçebiliyor ve nüfuslarını genişletiyorlardı. Durumu fark eden Poleslop, İskender ve Duşan’dan yardım istedi. Bu defa’da Kantakuzin, Süleyman’dan yardım istedi. Süleyman hemen atlı askerlerden oluşan ordusunu gönderdi. Bulgarlarda Sırp’ları vurdu. Bundan sonra Kantakuzin, Süleyman’dan simpeyi bırakmalarını buna karşılık Gelibolu’yu onlara vermeyi önerdi. Zaten kendi halkı burasını çoktan boşaltmıştı. (2 mart 1354) bundan sonra halkın arasında “Sokollomun” artık Türklerin elinde olduğu konuşulmaya başlandı. Artık küçük Asya’dan gelen Türkler aileleri ile birlikte Bulgaristan’a yerleşmiş oldular. (1355) Duşan bu duruma çok üzüldü. Ve Papa’dan yardım istedi ve haçlı ordusunun Türklere karşı koymasını istedi. Gelibolu’dan artık Türkler akın akın Balkan yarımadasına yerleşiyorlardı. Bu arada Orhan öldü. Ve hemen arkasından Halil ve Süleyman öldü ve yerlerine Murat-ı geçti.(1362-1389) Murat İstanbul ve Edirne arasındaki önemli ticaret yollarını eline geçirdi. Lüleburgaz, Çorlu, Dimetoka, Erkene ( Erg(k)ene) nehri civarını ve en son Babaeski’yi ele geçirdi. 1363 senesinde Edirne’yi ele geçirdi. Edirne’de o zaman 15000 ev vardı ve Murat burasını Bizans kapısı olarak tespit etti. 1366 senesine kadar Türkler Storagazar, Plovdiv, Sofya’ya kadar bütün Bulgaristan’ı ve ticaret yollarını ele geçirdiler. S. Polpoloj ve Kantakuzin, kuzeyde Vidin ve tuna kıyısındaki Şişman İvan’dan yardım istedi. Sişman İvan, ı. Murat’la temasa geçti. ...................ona kız kardeşi Mara’yı verdi. Buna karşılık ı. Murat Şişman İvan’a Vidin’in sorumluluğu’nu verdi.    

Dinsel içerik

Pehlivanköy’ün yani (pavlu, pavla, pavli) nin aynı zamanda dinsel bir merkez olduğu da söylenmektedir. Bilindiği gibi pavlus hiristiyanlığı yayan ve özgün bir içerik kazandıran biridir. (yuhanna, matta, luka ve markos) bu bağlamda dinsel içeriği olduğu söylenen bu şehrin eski adının pavlu oluşu da pek rastlantı olmasa gerek. “bu mesih’in nerede, ne zaman gezdiğini tam olarak bilinmemekle birlikte ...bildiğimiz ilk havarilerden olduğu ve o zamanın misyonerlerinin en önemlilerinden  oluşudur. İlk adıyla tarsuslu saul yunanca konuşan bir yahudi’dir. Pavlus daha sonra ki aşama da şam’da üç yıl misyonerlik yapmış bir süre sonra  kudüs’e geçmiş ve orada da suçlu bulunmuştur. Bir süre sonra da kendisi roma’ya geçmek zorunda kalmıştır...[1] İşte bildiğimiz de  budur. Romadan da bir süre sonra  makedonya’ya geçtiği, oradan da yunanistan’da bulunduğu bilinmektedir” [2] ama hristiyanlığın başlangıcının isa’nın doğumunu “0” olarak kabul edildiğine göre pavlus’un da ondan sonra ortada olduğu söylenebilir. “...i.s 57 yılında pavlusun 3 yıldan beri misyonerlilk yaptığını kitaplardan bilmekteyiz...[3] Ama şu bilinmektedir ki pavlu olarak isimlendirilen pehlivanköy’ün içinde ve çevresinde yaşayan insanlara pomak denmektedir ve pomaklarında özellikle bazılarının osmanlı zamanında bulgaristan’a sürüldüğü ve orada uzun süreçler sonucunda hıristiyanlaştırıldıkları da bilinmektedir.

Trakyalılar daha ziyade somurtkan-düşünceli, çok iri yapılı adamlardı. Alınlarında, omuzlarında mavi noktalar halinde dövmeler vardı. Garip insanlardı. Trakyalılar; durmadan düşünürler, içmeyi, hem de çok içmeyi severlerdi, ama hiç patırtı etmezlerdi. .  [4]

Genel adıyla traklar(pomak, arnavut, gacal, dağlı vb.) Roma, yunan, osmanlı, imparatorluklarına yüzyıllarca köle, gladyatör, savaşçı, olarak hizmet etmiştir.


                                                                     Pavli'nin söylencesi


Pavli hakkında bir çok söylence olmakla birlikte, öykü pavli (pehlivanköy) ilçesi ile akarca köyünü birbirine bağlayan ergene nehrinde yapılan köprüyle başlar.

"köprü yapımı başlar. İlk ayaktaki temel atılır, son ayaktaki temel atılır fakat bir türlü orta ayaktaki temel atılamaz. Ustalar temeli bir türlü tutturamamaktadırlar. Ustalar ustası ve pavli’nin kocası olan usta bu temelin kan istediğini, onun için bir insanın kurban edilmesi gerektiğini söyler. Oradaki herkes bir kurban kesilmesine karar verir. Sabah ilk gelen kurban edilecektir (veya kura çekilecektir).

Söylenceye göre akşam tüm ustalar evlerine giderler ve bu olayı eşlerine anlatarak, sabah köprüye gelmemelerini söylerler. Bir tek  usta’ ların ustası eşine yani pavli’ye söylemez, gün lerden cumadır.

Sabahleyin ilk gelen doğal olarak ustanın eşi’dir. Yani pavli’dir. Pavli gebedir ve bir çocuğu vardır (söylenceye göre çocuğunun ismide pavli'dir). Ama söz verilmiştir, bu söz üzerine usta’nın eşi olan pavli orta direkteki temele atılır ve temel tutar.

Pavli gebe olduğundan köprünün orta direk teki temel kısmından süt geldiğide söylenceye göre söylenmektedir. Ve her cuma gecesi köprü altında ağlayan ve annesiz kalan çocuğuna, pavli pavli.....diye seslenen bir kadın sesi duyulduğu ve ilçenin adınında bu söylenceden geldiği söylenmektedir.

Bu olayında, i.s  başladığı ve ………..     sene öncesinde de bu söylencenin    söylenmektedir.

Alıntı:  anonim


[1] İnekler domuzlar,savaşlar, ve cadılar Marvin Harris 169, 169, Kültür Yayınevi
[2] İncil
[3] İnekler domuzlar,savaşlar, ve cadılar Marvin Harris 169, 169, Kültür Yayınevi
[4] Spartaküs

                                                             BÖLÜM. 1 KONU:  EMPERYALİST SALDIRININ İDEOLOJİSİ FAŞİZM; ve BU FAŞİS...